AKAPEDYA’NIN KISACA MİSYONU

Kemalizmin en başta “dil devrimi” olmak üzere açtığı köksüzlük çığırıyla “iğdiş ettiği” idrâklerimizi tekrar sıhhatine kavuşturmanın yolunun; bir yandan anadilimiz olarak Türkçeye ve uyduruk değil hakiki etimolojisine, dilimizin hoyratça kopartılan kökü olarak Osmanlıcaya, dolayısıyla din dili ve kültür dili niteliğiyle hem ruh ve irfanımızı hem de Osmanlıcayı besleyen medeniyetimizin kök dilleri olarak Arabça ve Farsçaya olabildiğince nüfuz etmekten geçtiğine; diğer yandan da, “baba dilimiz” olarak Büyük Doğu-İBDA dünya görüşüyle anadilimizi mesele konuşucu ve mesele çözücü keyfiyete kavuşturmamız gerektiğine, bizim için vakit geç bile olsa gelecek nesillere bunun az çok altyapısını miras bırakmamız ve gayretimizle de olsa örnek olmamız gerektiğine inanıyoruz.

İBDA Mimarı’nın, üçüncü sınıf tercümelerin beşinci sınıf yansımalarından meselelere girildiği meâlinde Türkiye’deki mevcut fikir-ilim-sanat vasatına yönelttiği eleştirinin aynı şekilde muhatabı olmamak için, gerek Doğunun gerek Batının bizzat orijinal kaynaklarından istifade edebilecek derecede modern ve klasik yabancı diller formasyonu kazanmanın, bizler kazanamasak da gelecek nesillere bunu kazandıracak iklimi hazırlamanın gerekliliğine inanıyor; dolayısıyla, müslümanlar olarak en derin katmanlarına kadar hesaba çekme borcunda olduğumuz Batı medeniyetinin kök dilleri olarak Eski Yunanca ve Latinceye, Doğunun da kök dillerine uzanacak şekilde Süryanice, İbranice ve Sanskritçeye elden geldiğince nüfuz etme gerekliliği şuurunu uyandırmaya çalışıyoruz.

Dünya çapındaki Büyük Doğu-İBDA fikrini dünyaya açmanın, bu çerçevede bu azîm külliyatı Doğu ve Batı dillerine lâyıkıyla kazandırmanın yolu olarak dünya çapında tercümanlar yetiştirme idealini taşıyor; özetle, gerek Doğuyu ve Batıyı tanımak, gerekse Doğuya ve Batıya kendimizi tanıtmak için, hem modern hem de klasik dillere en derin ve en geniş mikyasta hâkim uzmanlar, yâni çok dilli “poliglotlar” yetiştirme yolunda çok mütevazı çaplarda da başlansa ilk adımların atılması gerektiğine inanıyor, bu ağır yükün ilk tuğlalarını sırtlanmaya davranıyoruz.

Böylesine zorlu bir misyonun birkaç aylık veya yıllık bir çalışmayla altından kalkılamayacağını ve peşin bir başarı vaadetmediğini elbette biz de çok iyi biliyor, ama zaten biz de yatırımımızı istikbâle ve yeni nesle, belki on, belki yirmi sene sonrasına yapıyoruz.

Kullar, “zaferle” değil, istikamet üzere “seferle” emrolunmuşlardır; o hâlde bize düşen gayret, ötesi nasib kısmet…